Berrin Karakaş / Tempo Dergisi / 21- 2- 2008
Şule Öncü, ilk kitabı ‘Gertrude 2′ye Nasıl Bölündü?”de, manik depresif karakter Gertrude eşliğinde, insan denilenin içine içen bakarak, bütün öğretilmişleri, bütün sınırları, bütün terslikleri bir güzel sorguluyor.
Aldığı psikodrama eğitiminin ve psikoloji mezunu oluşunun da etkilerinden olsa gerek, kitaptaki bütün karakterleri absürt bir hal içind,e öyle güzel analiz ediyor ki Öncü, kimi zaman gülüp, kimi zaman ağlayabiliyor insan satırlarıyla baş başa kaldığında. Tıpkı Gertrude gibi.
– Gertrude’un manik depresyon teşhisiyle hastaneye kaldırılmasını da düşünürsek, ‘Büyük D’ depresyon, ‘Büyük M’ mani olmalı. Kitap manik depresyon üzerine diyebilir miyiz?
– Kitapta anlatılan, manik depresif bir kadının hayat hikâyesi. Ancak kavramsal olarak etrafında döndüğüm esas konu dualite. Akıl-duygu, karanlık-aydınlık, kadın-erkek, doğa-teknoloji, inanç-şüphe, ben-öteki… Aşırı uçlar ve insanın bir türlü kuramadığı denge. Kitap, ‘ikilik’ üzerine diyebiliriz.
– Gertrude sanki terapi koltuğundan bakıyor geçmişine.
– Gertrude’un derdi, bir yandan da o koltukla aslında. Çünkü toplumun onaylamadığı pek çok ‘anormal’ gibi, Gertrude da psikiyatrinin devirdiği çamlardan nasibini alıyor bir şekilde. Bu bakımdan, metnin, ezbere ve üstünkörü yapılan her çeşit psikoterapiye karşı dalga geçen bir tavrı olduğunu söyleyebiliriz.
– İlkokulda sıra arkadaşı Hikmet’in tacizi, sokaktaki adamın tacizi… Gertrude’un yaşadıkları, çoğu kadının küçükken yaşadığı ama kendi kendisine bile itiraf edemediği ‘küçük’ tacizler sanki…
– Yetişkinin çocuğa, erkeğin kadına, varlıklının yoksula yaptığı tacizleri düşünün. Sınır ihlalini yani. Sonra rolleri değiştirin. Çocuğun yetişkine, kadının erkeğe, yoksulun varlıklıya yaptığı ve yapabileceği sınır ihlallerini düşünün. Hepsi gücün kötüye kullanımıyla ve zaman içinde el değiştirmesiyle ilgili aslında. Gertrude da yeri geldiğinde oldukça mütecaviz bir karakter. Tacizin doğasıyla, yarattığı patolojinin birey ve toplumlar üzerindeki etkileriyle ilgileniyorum.
– En büyük dindarlar bilim adamları ve dinin peşinde bir fizik var…
– Din dediğimiz şey, farz edilen en büyük güçle, birey arasında duran kişi, kurum, kurallar ve kitaplar değil mi? Farz edilen en büyük varlık da evren olduğuna ve fizik de evrenin sırrını çözmekle uğraştığına göre…
– İstanbul’dan Korghbourg’a yolculuğu da Gertrude’un ikiye bölünmesine sebep olaylar arasında sanırız. Bütün alaturkalığı ve ‘Doğu’luluğuyla, Türk toplumu, adaptasyon sorununu çözmüş müdür sizce, çözmeli midir?
– Sadece Türk toplumunun değil, insanlığın bir adaptasyon sorunu var. Büyük resme bir bakalım; bir yanda korkunç bir sefalet, umutsuzluk, çaresizlik; öte yanda korkunç bir tüketim, savurganlık, kendini beğenmişlik, güç takıntısı… Manik depresyon, sadece bazı ‘hasta’ bireylere musallat olan bir illet değil ki. Bütün insanlık manik depresif. Uyum, dengeyle ilgili bir süreç. Topyekûn düştü düşecek haldeyiz. İnsanoğlu, yeryüzüne uyum sağlayamamış daha, Doğulu Batılıya nasıl sağlasın?
– İlk kitaplar genellikle insanın kendi hayatına yoğunlaştığı, paralel değil, dikine kendini yazdığı kitaplar oluyor. Bir sonraki kitapta da bu derin kuyu kazımı devam edecek midir sizce?
– Kazı yapmadan yazmak bana anlamlı gelmiyor. ‘Şu oldu, bu oldu, son’ hikâyelerinin okura hakaret olduğunu düşünüyorum. İster kendimden, isterse hiç tanımadığım birinden yola çıkmış olayım, yazmaya başladığım karakterle onun gibi düşünene, onun gibi hissedene, onun ağzından konuşana kadar uğraşıyorum. Sadece edebiyatta değil, senaryo yazarken de aynı şekilde kendimden yola çıkıp, yazdığım kişi oluyorum. Bunun için hem sezgisel konsantrasyon hem de analitik çalışma, sizin deyiminizle kazı gerekiyor. Başka türlü nasıl yazılır bilmiyorum. Devam edersem böyle gider zannederim.
– Doktorlardan öğretmenlere, annelerden kocalara, özgürlük kısıtlayıcı her türlü kurum ve otorite Gertrude’un kâbusu. Sizin de otoriteyle aranız kötü müdür?
– Otorite olmak gibi bir iddia taşımıyorum. O yüzden adil ve bilge bir otorite varsa, buyursun gelsin. Ancak gücün kötüye kullanıldığını, ortada bir akılsızlık ve adaletsizlik olduğunu hissettiğim zaman başım belaya giriyor doğal olarak.
– Ülkenin ve dünyanın durumu düşünüldüğünde, başınız beladan kurtulmuyor olsa gerek. Yazmak, hayata katlanmanın bir yolu mu sizce?
– Kesinlikle öyle. En önemlisi de mizah duygusu. Yazarken çok gülüyorum ben. Beni güldüren şeylerin okuru güldürdüğünü görmek de mutluluk verici. Bu yüzden bütün zorluklarına rağmen yazmak benim için sağaltıcı bir süreç.